Hürriyet Cumartesi ekinde medyamızın geç farkedilmiş bir değeriyle yapılan röportajı okumadaysanız mutlaka bulup okuyun. İsmini anmayalım ama kendisiyle röportaj yapılan hanımefendinin medyadaki irtifa kaybıyla ters orantılı şekilde jet hızıyla 'yükselen bir yıldız' olduğunu belirtelim.(Mesleğin itibarı bu kadar hızla yere çakılırken ben neden bu kadar hızla yükseliyorum diye sormak zihinlerde hemen kovulmazsa rahatsız edici bir düşünceye dönüşebilir. O yüzden kimseyi rahatsız etmeden bunu geçiyorum)
Hanımefendi 'senelerce gece gündüz çalışmış, ama her nedense hak ettiği yere ancak bu dönemde Doğan Grubu'nun el değiştirmesinden sonra erişebilmişti. Aydın Bey zamanında bu değerin keşfedilememiş olması Türk medyası için büyük kayıp diyeceğiz ama aslında durum tam öyle değil. Zira haber kanallarımızdan biri ondaki cevheri önceden farkedebilmiş ve onu ısrarla izleyicinin karşısında senelerce tutmuştu zaten. Neyse ki Doğan grubunun yeni patronları kendi okullarından mezun olduğu için bir vesileyle tanımış oldukları bu yetenekli haberciyi asıl hak ettiği yere derhal getirmişler.
Hürriyet Cumartesi ekindeki röportajda bu hanımefendi mezuniyetinde Erdoğan Demirören'in 'ellerini avuçlarının arasına alarak 'Sana hayatımın sonuna kadar tüm şirketlerimin kapısı açık' dediğini aktarıyor. Hal böyle olunca, grup el değiştirdiğinde hanımefendi de yer değiştiriyor ve yeni kanalındaki yeni yerine /yerlerine yerleşiyor. Bir süredir, o patrona ait bir gazetede röportajlar yapıyor, bir yandan haberleri sunuyor.Ayrıca Hürriyet'teki röportajdan öğreniyoruz ki, aynı patrona ait haber kanalında da bunlara ek olarak yeni bir programa başlayacak. Buraya kadar her şey memleket medyasının genel gidişatı içinde 'normal' olarak görülebilir.
Bir şey dediğimiz yok zaten, ama hanımefendi röportajında 'Senelerce tırnaklarımla kazıyarak hak ettiğim yere geldim, bu koltuklara zaten hak edilerek gelinir' gibi sözler etmeseydi iyiydi. Neden? Çünkü bu sözlerin bazı vicdanları yaralama hatta kanatma ihtimali var. Hanımefendi'nin başköşelere yerleştirildiği o gruptan iş akdi feshedilmiş yüzlerce gazeteci, televizyoncu var. Bunların arasında nitelikleri bu arkadaşımızın çok ötesinde, esasen hatta kıyas kabil olmayacak kadar ötesinde insanlar var.
Bir yerlere o şekilde veya bu şekilde gelmişsin, tamam, otur ve keyfini sür, tadını çıkart değil mi...Hayır, yetmiyor. Artık vicdanını da rahatlatması mı gerekiyor nedir, bilemiyoruz ama oralara 'hak ederek' geldiğine de inanmamızı istiyor. Hatta bundan ısrar ediyor. Ama bunu bize yapma, değil mi?
Neden?
Bu piyasada herkes birbirini bilir de o yüzden. Eskiden şöyle bir söz vardı: 'Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz' Hayır yani, gazeteleri sadece vatandaşlar okumuyor, aynı piyasada bulunduğunuz meslektaşlarınız da okuyor, öyle değil mi? "Ben buralara tırnaklarımla kazıyarak geldim!" dersen o insanların pek çoğu da sana 'Valla mı ,diye sormaz mı? En azından bir kısmının yüzünde müstehzi bir ifade belirmez mi? Senelerdir bu piyasaya emek vermiş insanlar arasında bu arkadaşımızın tırnaklarıyla kazma-kazıma faaliyetine şahit olmuş kaç kişi vardır acaba? "Hiçbir şey önüme tepsiyle gelmedi" demiş kendisi. İnsanın 'yemin et' diye üsteleyesi geliyor. Ziya Paşa ne demişti: ' Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?"
Röportajında Mehmet Ali Birand'ın da o kanalda ana haber sunmuş olmasına atıfta bulunuyor, öyle olduğu için o koltuğun 'haberciliğin en tepesi ' olduğunu söylüyor . Lafın tamamı deliye söylenir, derler. Böylece kendisinin de 'Birand ayarında bir haberci' olduğunu imâ ediyor. Bu durumu şu cümleyle ifade ediyor: 'O koltuk hak edilir ve hak edilerek alınır'' Yani kendisi de geldiği o koltukları hak etmiş. Birand'ı az çok tanıyanların mâlûmudur, Mehmet Ali Birand'ın bütün 'hayatı haber'di. Tabii bu hanımın da hayatı haber. Nereden biliyoruz? Geçen yıl yine aynı patronun bir televizyon dergisinin kapağındaydı ve kapağın üzerinde 'Hayatım Haber' diyordu.
Bu tabii, benim ' Ben astronotum' deyince astronot olmam gibi bir şey!
Habercilik hakkında eski tâbirle 'ednâ bilgiden mahrum' kimselerin üniversitelerde bunun dersini verdiği bir ülkede yaşıyoruz. (İletişim Fakültesi dekanlarına da bu noktada saygılarımızı sunmadan geçmeyelim.)
Habercilikte Keşfedilmemiş Bir Derinlik Olarak 'Haberin İçinin İçi'
Bu röportaj sayesinde 'haberin içinin de içi' diye, ne diyelim bir seviye veya bir derinlik olduğunu da öğrenmiş olduk. Zira kendileri 'Ben haberin içinin de içindeyim' diyor. Ben şahsen rahmetli Birand'ın bile 'haberin içinin içi' mertebesine erişebildiğini hiç tahmin etmiyorum. Hadi bir an bu arkadaşımızın eski tâbirle gayri kabil-i tahayyül derinliklerde gezen bir haberci olduğunu kabul edelim. Bundan sonraki 'olayı' ne bu müstesna habercinin? Röportajda bunun da ipuçları var. Kendisinden ana haberini sunduğu kanalın bir 'mutluluk hareketi ' başlatacağını öğreniyoruz. Yanlış okumadınız, ' mutluluk hareketi ' başlatacaklarmış. 'O ne demek ya?' diye soruyorsunuz tabii. Bunun ne anlama geldiğini anlayabilmek için yeni yayın dönemini beklememiz gerekecekmiş. Şimdilik sadece 'İzleyicilerimizin yüzünü güldüreceğiz' diye müjde vermekle yetiniyor.
'Mutluluk hareketi başlatacak bir haber merkezi! Ufkumuzu aşan bir durum, bir şey diyemeyiz. Belki de bu 'mutluluk hareketi' projesini hanımefendi'nin o koltuğu Birand'dan ya da Ahmet Hakan'dan çok daha iyi dolduracağının bir işareti saymalıyız, bilemiyorum. Dedik ya, nasıl bir Burhan Altıntop kolay yetişmiyorsa bir 'anchorwoman' da kolay yetişmiyor. Bu röportajı okuyan herkes bunu görmüştür mutlaka.
Bu arada röportajı yapan Hakan Gence kardeşimiz, 'Demek ki genç yaşta gelen bu başarı dışarıdan göründüğü kadar kolay elde edilmiyor' diye soruyor. Böyle bir soru sorulmamış, -ama bu şekilde sorulmamış olsaydı- röportaj kesinlikle eksik kalırdı, röportajın doğasıyla mükemmelen uyum içinde bir soru olmuş. Bu soru için kendisini de ayrıca tebrik etmek isterim.
Gerçi itiraf etmem lazım ki röportajı okurken zaman zaman acaba 1 Nisan şakası gibi bir röportaj mı yapmak istemişler diye düşünmedim değil. Fakat sonra öyle olmadığını görünce bu sefer korku filmi gibi bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu farkedip dehşete düştüm.Velhasıl, bizlere böyle 'değişik duygular' yaşatan bir röportajdı. Bu röportajın esasen ana akım medyamızın bulunduğu noktayı hem tespit hem de tescil etme açısından tarihi nitelikte olduğunu da belirtelim.
Ben şahsen ziyadesiyle tenvir oldum, minnettarım.