Amerika'nın Irak'ı işgalinin bölge halklarının başına açtığı belâlardan biri de IŞİD'dir. Irak Şam İslâm Devleti (IŞİD) veya Arapça okunuşuyla 'DAEŞ' (Devle İslâmi el Irak ve'ş Şam ) bu isimle değilse bile bu zihniyetle 2004 yılı Ekim ayında 'Irak El Kaidesi' olarak kuruldu. Hem Amerika'nın işgaline karşı direniş hareketi olarak devreye girecek hem de Irak Şiilerin eline bırakılmayacaktı. "ABD'nin Irak'ı işgali öncesi El Kaide , savaşı öngörmüş ve bazı birliklerini Irak'ta zaten müttefiki olan Ensar el İslam saflarına , muhtemel ABD müdahalesine karşı savaşmak üzere göndermişti.
Ürdün'ün Zerka bölgesinde doğup Afganistan'da örgütün kamplarında politik ve askeri eğitim alan Ebu Musab el Zerkavi, Irak'a geçen en üst düzey savaşçıdır'
İki yıl sonra Ekim 2006'da adı 'Irak İslâm Devleti' yken Arap Baharı'ndan sonra Suriye'nin radikal örgütler için bir cennet haline dönüşmesiyle o sahaya da geçip 'Irak ve Şam İslâm Devleti (IŞİD) adını aldı.
IŞİD isimli örgütün Suriye sahasındaki karanlık yüzü henüz tam anlamıyla aydınlamış değildir ama pekçok işaret bu karanlık yapının arkasında Suriye istihbaratının olduğunu gösteriyor. Suriye bir istihbarat devletidir. El Muhaberat oldum olası rejimin hem kalbi hem beyni mertesebe bir istihbarat örgütüydü. İstihbarattaki mahareti Suriye devletinin Ortadoğu'da etkili bir aktör olmasında en önemli rolü oynamıştı. Soğuk Savaş yıllarında da pek çok Ortadoğu kökenli örgütün ve bu örgütlerin gerçekleştirdiği eylemlerin arkasında El Muhaberat vardı.
Suriye'deki rejim muhaliflerinden Suriye Ulusal Konseyi'nin Başkanı Halid Hoca, El Muhaberat'ın Cihatçı kadroları daha Irak'ın işgal edildiği günlerden itibaren organize etmeye başladığını anlatıyor. 2011 Mart ayında başlayan halk isyanından çok daha önce Amerika'nın Irak'ı işgali üzerinde sıranın kendisine geleceğini düşünen El Muhaberat daha o günlerde Irak'ın içindeki direnişi desteklemek üzere bu örgüte can vermişti.
" 2003'te Colin Powell, Condoleeza Rice gibi neoconlar ' Biz Irak ile başladık. Irak'ta durursak şer ekseni devam edecek' diyordu. Şer ekseni dediği, Suriye, İran, Irak. 'Zayıf halka ile devam etmemiz lazım' dediler. O da Suriye idi. Esed yeni seçilmişti. Daha üç yıllık Cumhurbaşkanı. İkinci adımın Suriye olduğunu hissetti. Irak Baas rejimi ile Suriye Baas rejimi arasında bir yakınlaşma oldu. Esed, İzzet Nuri'yi çağırarak Baas eksenli cihati hareketin başlaı fikrini destekledi. Kendi istihbaratından Asıf Şevket, İzzet Nuri ve eski Baas subaylar ne yaptılar? Cezayir'den, Tunus'tan, Libya'dan cihatçıları çağırdılar. Sonra onları eğittiler. Camilerde hutbeler verilmeye başladı, cihat çağrısı yapıldı. Baskıcı bir rejim olmasına rağmen özellikle Halep'te cuma hutbesinden sonra cihatçılar isim yazdırıyor, otobüslerle Irak cephesine götürülüyordu"
Cihatçıların Irak'taki rolü Amerikan işgaline karşı silâhlı direniş göstermekti. Suriye'de rolleri ise daha farklıydı.
IŞİD Suriye rejiminine ülkedeki bu ayaklanmanın yabancı destekli radikal İslâmcı bir ayaklanma olduğunu öne sürme imkânı verecekti. Dünya kamuoyunda algı yaratmaya dönük bu istihbarat operasyonu gayet maharetle yürütülmüş ve sonuç da almıştı.
Bu istihbarat operasyonu nasıl yürütüldü?
Elimizdeki somut verileri sıralayalım.
Suriye'de rejimin değişmesi, serbest seçimler yapılması talebiyle insanlar sokaklara çıktığında rejim bunları sertlikle bastırma yolunu tutmuş, silahsız göstericilere karşı silahlı müdahalelerde bulunmuş, pekçok insanı daha gösterilerin ilk günlerinde katletmeye başlamıştı.
Durum böyleyken ayaklanmanın en başında 26 Mart 2011 yılında radikalliği ile bilinen kişilerin tutulduğu Sednayya hapishanesinden 260 tutukluyu serbest bıraktı.
Halid Hoca'nın sözleri:
" Esed 2011 sonunda hapishanedekileri serbest bıraktı. Eşzamanlı olarak Maliki de (Irak Başbakanı Nuri El Maliki G.Z.) hapishanelerini açtı. En iyi korunmuş hapishanelerden üç firar vak'ası yaşandı. Aralarında Bağdadi vardı. Fakat onunla birlikte Baas Irak istihbarattan albay ve üstü eski Baas istihbaratları da çıktılar. Bu örgütü kurdular. Irak Şam İslâm Devleti. Önce Irak'tı, sonra Şam'a girince Şam'ı da örgüt isimlerine eklediler ve tamamen istihbarat eksenli çalıştılar. İslâm Devleti, şuydu, buydu...İstihbarat olarak düşünün siz, o bir kılıftır. Şam'da DAİŞ'e katılanların çoğu Şebbihalardı. DAİŞ'te etkin olan şer'I insanlar değil, şer'i mahkeme değil, resmen güvenlik elemanlarıdır. Tamamen Baas istihbaratı etkendir. DAİŞ'in ilk icraatlarına bakın. Kurtarılmış bölgeleri Özgür Suriye Ordusu'nun elinden aldı, çok çok vahşi bir şekilde. Kafa kesmeler, yakmalar."
Serbest bırakılanların önemli bir kısmı daha sonra El Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi ve IŞİD içinde yer aldı. Özetle rejim, barışçıl gösteriler olarak başlayan ayaklanmayı, en başından itibaren radikalleştirmeye çalıştı, başardı da.
İç savaş süresince İŞİD kullanışlı bir aktör olarak devreye sokulması asıl 2013 yılından itibaren görüldü.
2013 yılı Temmuz ayında IŞİD mensuplarının Irak'ta Amerikan askerlerinin işkence sahneleriyle meşhur Ebu Gureyb cezaevini basıp 500 civarında El Kaide mensubunu kaçırmalar dikkat çekici bir olaydı. Kaçırılan bu isimler, sonraki dönemde Suriye'deki IŞİD faaliyetlerinde en kilit rolleri oynayacak adamlar da bunlar arasındaydı.
Bu noktada Humus'un Tedmur (Palmira) ilçesinde 2013- 2015 yılları arasında Başsavcı olan ama sonra ülkeden kaçmak zorunda kalan Muhammed Kasım Nasır'ın açıklamaları önemlidir. Muhammed Kasım Nasır, Başsavcı olması sebebiyle bölgedeki gelişmelerin içindeydi. O bölgedeki İstihbaratının biriminin başındaki isimler Tuğgeneral Mazim Abdüllatif ve Tuğgeneral Malik Habib ile de sürekli görüşüyordu.
" Mesela, Abdüllatif bana örgüt içindeki ajanlarının Türkiye'de terör saldırısı gerçekleştirmeyi planladıklarını haber verdi. Bu konuşma 2015'in başında gerçekleşti. Bana, Türkiye'nin Suriye'ye müdahale etmesinin bedelini ödeyeceğini ve terör ateşiyle yanacağını, Esed rejiminin düşmesini isteyen Fransa ve Cumhurbaşkanı François Hollande başta olmak üzere Avrupa'nın da bunun bedelini ağır ödeyeceğini, Rakka'daki ajanlarını yakında bunu gerçekleştireceğini ve yakında iyi haberler alacağımız söyledi. Gerçekten de bir kaç ay sonra Fransa ve Türkiye'de bombalı saldırılar meydana geldi..."
Muhammed Kasım Nasır, Tedmur'da savcı olarak çalıştığı dönemde, yakın bir arkadaşıyla Suriye rejimiyle çalışan müteahhit Şeyh Mahmud el Hammudi'nin kendisiyle bazı özel bilgileri paylaştığını da aktarıyordu. Bu iki kişinin rejim subayı Muhammed el Cabir'in DEAŞ ile silah anlaşması yaptığını anlatırken silahlarını nasıl teslim edildiğini şöyle anlatıyordu :
" Cabir, DEAŞ'ın istediği silahları kendi komutasındaki Badiye Şahinleri'nin (askeri birliğin adı) birliğine ya da askeri kontrol noktasına koyuyordu. Ardından DEAŞ militanları bu bölgelere saldırıyor. DEAŞ sipariş silahların bulunduğu bölgeye saldırdığında Cabir de askerlere canlarının daha kıymetli olduğunu söyleyerek geri çekilmeleri emrini veriyrdou. Bölgeyi ele geçiren DEAŞ silahları kendi merkezine taşıyor, tüm silahlar alındıktan sonra da Badiye Şahinleri bölgeyi tekrar ele geçiriyordu...Ardından aracılar vasıtasıyla milyonlarca dolar DEAŞ'tan Cabir'e taşınıyordu. Tedmür'deki tüm subaylar ve sorumlular da Cabir'in yaptıklarını biliyor ancak neden itiraz etmiyorlardı, bilmiyorum."
IŞİD'in sahadaki bugün artık daha berrak olarak görünen rolüne dair şu beş tespiti yapmak yanlış olmayacaktır :
Prof Erol Göka durumu şöyle anlatıyor :
" DAİŞ ile İslâmofobi elbette ilişkili, sadece ilişki değil, kopmaz bağlarla bağlı. İslâmofobiyi icat edenlerin, işlerine en çok yarayan İslâm ve Müslüman algısı neyse, dünya kamuoyunda tam da öyle bir DAİŞ imajı var. İşin ilginç ( benim için beklenen) yanı, giderek de DAİŞ ile İslâm ve Müslüman özdeş hale geliyor, getiriliyor. DAİŞ'in, Müslüman ve İslâm ile özdeşiminde ne kadar başarılı olunursa, " kötü-öteki" olarak Müslüman ve İslâm o kadar işlevsel hale gelecek."